Selanik’te yaşamaya başladıktan sonra birçok mübadil çocuğu ve torunu ile tanışma fırsatım oldu. Bu kişilerden çok ilginç hikâyeler dinledim. Bu tanıdığım kişiler arasında, bizi çok etkileyen ve bizi çocuğu gibi seven birisi vardı. Alt komşumuz Aleksandra Teyze.
Aleksandra Teyze, bizim birçok kez gidip, kalabalıktan dolayı rahat yürüyemediğimiz İstiklal caddesinin yanı başındaki muhitte, Tarlabaşı’nda doğmuş. Kıbrıs Harekâtı sonrası bir yıl daha durabildiği İstanbul’dan, 1975 yılında Yunanistan’a gitmek üzere ayrılmış. İstanbul’da ilk, ortaokul ve liseyi okumuş. Galatasaray Lisesi’nin hemen karşısında, sahibi Türk ve Ermeni olan bir mağazada okul harçlığını çıkartmak için çalışmış. Arkadaşları ile birlikte bazen yürüyerek Pera’ya bazen de Cihangir’e giderlermiş. En çok da Galata Kulesi’nin altında kahve içmeyi severmiş.
Ailesi ile Selanik’e yerleştikten sonra ise Beyoğlu’nun o hareketli yaşamını özler olmuş. Tüm çocukluğu, arkadaşları ve yaşanmışlıkları burada kalmış.
Aleksandra Teyze ile tanıştıktan sonra, o kadar yaşanmışlığa rağmen hiçbir kötü şey anlatmadı. Çok duygulandığında bile kimseye kızgınlığı yoktu, sadece bazı şeylere özlemi vardı, hem de çok vardı. Şu an kendisi ellili yaşlarındadır. Bir süre önce artık dayanamayıp İstanbul’a gelmeyi ve çocukken yürüdüğü sokaklarda yürümeyi istemiş. Bu sefer de ona engel olan maddi kriz olmuş. Kriz nedeniyle hayalini gerçekleştiremeyen Aleksandra Teyze, İstanbul’a gidenlere ve gelenlere hasretle sarılır olmuş. Yıllar önce İstanbul’a giden kuzenine, cevabını merakla beklediği bir kamyon soru sormuş. Kuzeninden aldığı cevaplar şu şekildeymiş ; ‘Beyoğlu artık eskisinden daha kalabalık, yürümek bile çok zor. Eski oynadığımız yerlerde şimdi yeni yapılar yükselmiş. Sizin oturduğunuz ev ise orada duruyor sadece dışı boyanmış’. Eski evinin hala yerinde olduğunu öğrenen Aleksandra Teyze, duygulanıp ağlamaya başlamış.
Biz de onunla tanıştıktan sonra bize sürekli Tarlabaşı’nı, Beyoğlu’nu sordu. Eski dükkânların hala durup durmadığını, İstanbul’un kalabalıklığını ve birçok şey. Selanik’te kaldığımız apartmanda komşuluk kültürünü tek bir kişi yaşatıyordu. O da Aleksandra Teyze. Ne de olsa bir süre İstanbul’da yaşamış ve komşuluk kültürünü en iyi bilenlerdi. Bizlere yaptığı yiyecekleri getiriyor, bir ihtiyacımızın olup olmadığını soruyordu. Ona bir kez yaptığım tavuk çorbasını götürdüğümde çok duygulanmıştı. Bu arada tabağı boş geri göndermeme kültürünü hala yaşatanlardandı.
Anneler Günü’nde Necdet ile birlikte Aleksandra Teyze’ye çiçek götürdüğümüzde artık ağlamamak içini kendini zor tutuyordu ve konuşmakta zorluk çekiyordu. Bizi çok seviyor fakat Doruk’u hiç sevmiyordu 🙂
Ondan daha iyi Türkçe konuşan bir arkadaşı olduğu için o da daha çok Türkçe konuşmaya çalışıyordu. Sürekli Türk dizilerini takip edip, Türk kanalları izliyordu. Türkçe ’sini hep iyi tutmak istiyor çünkü eğer bir gün İstanbul’a gelirse herkesle Türkçe anlaşmak için.
Arkadaşım Şeyda, Onun hem bu özlemini bitirecek hem de güzel bir belgesel çekecekti. Fakat sponsor bulamadığı için gerçekleştiremedi. Umarım o da kısa zamanda sponsor bulur ve Aleksandra Teyze ölmeden tekrar bu topraklara ayak basar.