Selanik ile olan tarihi bağımızı uzun uzun anlatarak sizleri sıkmayacağım. Sizlere Selanik’te yaşarken kah gözlemlediğim kah benim yaşadığım güzel mi güzel unutulmaz mı unutulmaz anıları anlatacağım. Fakat bu anlatacağım şeylerin ortak noktası bizim Selanik ile olan tarih birliğimizdir. Ondan dolayı bu yazıyı okumadan az da olsa Selanik tarihini okursanız bazı taşlar daha kolay yerine oturur.
Öneri: Yazıyı okurken bu müziği dinlemeniz önerilir.
İlk yazımda sizleri güldürsem mi ağlatsam mı diye çok düşündüm. Fakat bizim insanımız ağlatanı sevdiği ve akıllara kazıdığı için ben de duygusal bir anımı paylaşmaya karar verdim. Selanik’te bir projede gönüllü olarak çalıştığım yıllarda Türk arkadaşlarımızla yeni yerler keşfetmeyi ve gittiğimiz yerde yeni yiyecekler tatmayı çok seviyorduk. Herkesin evde sıkılarak oturduğu bir akşam bize bir otobüs mesafesinde olan ve orada yaşayanların gelir seviyeleri, İstanbul’un Bebek semtine denk düşen Kalamaria’ya gitmeye karar verdik. Bu yolculuğumuzun ilk aşaması, otobüs durağına gitmek için Selanik’i tepeden gören ve her defasında otobüse gitmekten keyif aldığımız o yolu yürümekti. Eski sur duvarları arasında ışıklar ile süslenmiş şehri ve turistik gemilerin denize gece bekçiliği yaptığı o anları izleyerek deniz seviyesine yani otobüs durağına geldik. 6 numaralı Kalamaria otobüsü gelirken biz de 40 cente aldığımız öğrenci biletlerini hazırladık. Birçok kişi bilir ki Avrupa’nın çoğu şehrinde ulaşım güvene dayalıdır. Biz de malumunuz krizde olan Yunan devletinin bize olan güvenini boşa çıkarmayıp çoğu defa otobüslerde bilet kullandık. Fakat bilet alacağımız büfelerin kapalı olduğu ve otobüs içinde bilet alacağımız makinanın sadece bozuk para kabul etmesi nedeniyle biletsiz yolculuk ettiğimiz de oldu. Yunan devletine en yakın zamanda borcumuzu ödeyeceğimize arkadaşlarla söz verdik.
Bu yolculuğumuzda yanımızda olan biletleri makinaya okutarak, kontrolör geliyor mu korkusundan yoksun ve heyecansız ama bir o kadar da yunan kardeşlerimizin bize müzik ziyafeti gibi gelen Yunancası eşliğinde yolculuk ettik. Kalamaria merkezine geldiğimizde, bu sefer nereyi deneyimlesek diye düşünürken, krize rağmen parıltılısından ve neşesinden hiçbir şey kaybetmeyen sokaklarda yürüdük. Arkadaşlarıma, daha önce geldiğim Kalamaria dönüşü sırasında otobüsün camından gözüme çarpan, taka üzerine oturtulmuş havası veren ve ismi Τσαμούρια (çamuria) olan küçük bir mekânı önerdim. Kalamaria bölgesinin önemini ve neden bu tarz Türkçe isimlere çok rastlandığını bir diğer yazımda anlatacağım. Arkadaşlarımın onayı ile birlikte Τσαμούρια adlı mekâna girdik. Belli ki mekân, müdavimleri olan, herkes tarafından bilinmeyen ama gelen insanların son derece keyif alarak çıktığı klasik bir Yunan tavernası idi. Mekânda, aralarında sohbet eden, bazen keyfin doruk yaptığı anlarda buzuki eşliğinde türkü tutturan orta yaşlı grubun arka masalarına oturduk. Mekân, otantik eşyalar ve kıyafetler ile süslenmiş bir müze gibiydi. Halk oyunları kıyafetleri ve enstrümanları görünce mekân sahibinin Rum göçmeni olduğunu düşündüm ve duvarda asılı duran kemençeyi çalmak için izin istedim. Arka masamızda buzuki eşliğinde eğlenen abilerimizin ara vermesinden istifade hemen arkadaşlarla birlikte söyleyeceğimiz ben seni sevduğumi türküsünü çalmaya başladım. Arkadaşım, türkünün kah Türkçe kah Yunancasını söylerken arka masamızda oturan 60 yaşlarında bir amca yanımıza geldi. Tüylerinin diken diken olduğunu göstererek türkünün Yunancasını söylemeye başladı. Söylerken gözleri doluyor, bazen bize çocuğunu sever gibi sarılıyordu. Türkü bittiğinde bize heyecanla hala tüylerinin diken diken olduğunu gösterdi. Selanik’e geleli 5- 6 ay oluyordu ve bizim her gün evde 2 saat Yunanca çalışmamız ilk meyvelerini vermişti. Yunan amcayı anlayacak ve kendimizi anlatacak kadar Yunanca konuşabiliyor, kelimeler yetersiz kaldığında ortak türküler ile birbirimizi anlıyorduk. Nüfus mübadelesi zamanında annesinin buraya gelip yerleştiğini, oraya bir daha gidemediklerini ve kendisinin de hiç Trabzon’u göremediğini söyledi. Olduğumuz tavernada daha önce gördüğü bir fotoğrafı bulabilmek için yana yakıla döndü ve bulamayınca da son derece üzüldü. Ben, anlattıklarına göre Google’da o fotoğrafı aratıp bulduğumda çok sevindi. Evet evet işte annemlerin evi burasıymış dedi. Burasıymış dediği yer, şuan Kanuni Anadolu Lisesi’ne dönüştürülen, Rum Mühendis Kakoulidis tarafından yapılan Trabzon Kolejinin, denize bakan kısmında bulunan iki katlı bir ev. Artık daha dayanamayıp annesinin geldiği o eve bakarken ağlamaya başlayan amca, bize telefonundan en sevdiği türküyü dinletti. Kemençe masasında sohbet limitini doldurmuş ve yay kemençenin tellerine dokunabilmek için sabırsızlıkla bekliyordu. Biz de arkadaşlarla birlikte, mübadele öncesinde Ordu şehrinin Çambaşı yaylasında çıkan yangını anlatan; Έκαεν και το Τσάμπασιν, Και επέμναν τα τουβάρε γιαρ γιαρ αμάν (Çambaşı yandı , sadece duvarlar kaldı yar yar aman(Türkçe altyazı ile bu videonun son şarkısını dinleyebilirsiniz.)) türküsünü söylemeye başladık. Türküyü söylerken eski günleri aklına gelen amca, bir yandan içkisini yudumluyor bir yandan da telefonla sevdiklerini arayarak o anki ortamı onlarla paylaşıyordu. Arka masadaki amcaların da sohbetimize katıldığı ve bizim nereli olduğumuzu öğrendikten sonra ortak türküleri buzuki eşliğinde söylemeleri çok güzeldi. Ama asıl o an en mutlu kişi, annesi Trabzon’dan göçen ve masamızda türkülere eşlik eden amcaydı. Belki bedenen hiç Trabzon’a gitmemişti fakat o anki duygulu anı, onun ruhunu Sümela Manastır’ına çıkartmıştı. Duygu dolu sohbet arasında ortak kelimelerden, annesinin o zamanki Trabzon’u anlattığı anılarından, şuan neler hissettiğinden konuştuk.
Çok güzel şeyler öğrendiğimiz ve eğlendiğimiz mekân çıkışında garsondan hesabı istediğimizde şu cevabı aldık; arka masa sizin için ödedi.
Yüreğini severim ben senin…Okurken o kadar duygulandım ki,gözyaşlarıma hakim olamadım.Sen yaz yeter ki biz hep okuruz,yolun açık olsun hep canım…
İyi insanlar, güzel hikayeler,yol anıları paylaştıkça çoğalır. Keşke daha çok fotoğraf olsa. Mesela o amcayla sizin, mekanın, siz çalarken dinleyenlerin… Biz de o anı yaşasak…