Selanik dendiğinde akan sular durur. Bu suların durmasının nedeni öyle doğal güzelliği, her yerin birbirine yakın olması, ucuzluğu, kordon boyu yürümenin verdiği keyif falan değil. Sadece ve sadece insanlarının Avrupa insanı kadar soğuk olmaması, bizim gibi sıcakkanlı olması ve ortak değerlerimizin olması. Zaten görünüşlerini söylemiyorum bile. Siz Selanik’teyken insanlar konuşana kadar kendinizi yurt dışında hissetmezsiniz.
Daha gitmeden internette tanıştığım kişiler, neler yapmam gerektiğini, nerelerde ne olduğunu detaylı şekilde anlattı. Selanik’e ayak bastığımın ikinci gününde beni alıp şehir turu attıran, yemek yediren, telefon hattı almamda yardımcı olan insanlar vardı. Bunları yaparken şehir ve kültür hakkında bilgiler aldım. Özellikle Selanik’te yaşayan Yunanların bir hayli Türkçe kelime bildiklerini o an öğrendim. Hem çeşitli Türk dizilerinden yeni öğrendikleri hem de anneannelerinden öğrendikleri Türkçe kelimeler varmış. Mübadele zamanında Türkiye’den giden göçmenler çoğunlukla Selanik’e yerleştirildikleri için Selanik’te her an, ‘aa benim de dedem-anneannem Trabzon’dan, Kayseri’den, İzmir’den gelmiş’ diyen insanları duymak mümkün. Selanik’e geleli olmuş üç gün, ben diyorum ki arkadaşıma; sen git ben tek başıma eve dönerim, İstanbul’da yaşayan adamlarız kaybolmayız’. Dedim ve kayboldum. Gece olmuş 2-3, ben tabii hemen Selanik gecelerine ayak uydurmuşum. Eve dönerken çıkmam gereken bir yokuş hatırlıyorum ama hangisi. Bir de diyorum saat geç, hemen kestirmeden gideyim. Gidiyorum gidiyorum tanıdık bir yer yok. Evinden yeni çıkan biri motosikletine binerken onu durduruyorum. Diyorum abi Agios Pavlos nerede? O, bir sağa bakıyor bir sola bakıyor karar veremiyor. Belli ki buraların yabancısı o da. Sanırım bir eş dost ziyareti için o apartmana gelmiş. Saat 3 🙂 Sonra diyor ki, atla buluruz. Abi hazır hızını almışken belli beni de götürmek istiyor, gideceğim yere. Atla dedikten sonra, Cem Yılmaz’ın what is your purpose of visit sorusuna cevap verecek adam gibi hissediyorum kendimi ve 3 saniyelik duraklamadan sonra biniyorum motora. Bu geldiğim yöne doğru gidiyor birine sormak için ama saat 3 sokakta kimse yok. Birini zor bela buluyoruz tarif ediyor. Ben kiliseyi görünce tamam diyorum doğru yoldayız, devam. Evimizin önünde 30-40 basamaklı bir merdiven var. Oraya gelince diyor ileriden dolanıp tam kapının önüne bırakayım mı? Yok, abi gören duyan olur diyor ve edebimle inip merdivenlerden çıkarak eve gidiyorum.
Bir diğer kaybolma hikâyem de Yunanca kursu için eğitim gördüğümüz okula giderken. Bu sefer diğer arkadaşıma diyorum, sen git ben başka yere uğrayıp geleceğim. Uğramada sıkıntı yok onu hallediyorum sonra otobüse biniyorum ve yanlış durakta iniyorum. Tanıdık bir mekân bir şey ararken iyice işin içinden çıkamaz oluyor bir abiye soruyorum, buraya en yakın okul nerede? Şöyle bir tarif etmeye başlıyor, sonra bu buraların yabancısı bilemez diye düşünüyor sanırım ve atla arabaya götüreyim diyor. Bi sen götürmemiştin hadi sen de götür diyorum. Bu sefer o 3 saniyelik düşünme falan yok atla derken ben binmiştim bile. Yunan’a güveneceksin abi:) Sonra bu beni bi okula götürüyor diyor burası mı? Abi yok bu değil. Bir diğer okula götürüyor diyor burası mı? Abi bu da değil. Sonra adam sinirlenmeden arkadaşı arıyorum. Hoca’ya sor okulun adı neymiş diyorum. Ondan sonra doğru okula gidiyoruz.
Bir önceki yazımda hiçbir neden sonuç ilişkisinin olmadığını söyleyen bir arkadaşıma bu yazının ana fikrini armağan ediyorum: Yunan buldun bin papua Yeni Gineli buldun kaç!