Avrupa’nın çoğu ülkesinde kutlanan iki haftalık paskalya tatilini Balkanlar’da gezerek değerlendirmek isteyen gençler aynı güzergâhı seçmişti. Bizde onlardan biriydik. Ev arkadaşlarım daha önceden bütün planı yapmış ve ben son anda dâhil olmuştum. Daha önce gezi tecrübeleri olduğu için çok sistematik şekilde önceden hosteller, otobüsler ve gidilecek yerlerde ki şehir turları ayarlanmıştı ve bana sadece tatilin keyfini çıkarmak kalıyordu.
BELGRAD
Seyahatimiz evimizin önünden bizi alan özel araba ile başladı. Buradan Sırbistan’a otobüs yerine aşağı yukarı aynı fiyata gelen özel transfer şirketleri ile anlaşılmış. Çok rahat bir şekilde Sırbistan’a vardığımızda yemek yemek için bir restoranda oturduk. Farklı yemekler yiyeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Her şey bizim yemeklerimizin aynısıydı. Menüde işkembe çorbası gördüğümde şaşırdım ve denemek istedim onlar nasıl yapıyor diye. Çorba rengi baharatlardan dolayı kızılımsı olsa da onun dışında bir farklılık yoktu. Çorba sonrası tavuk yedim. Domuz eti yemediğim için yurtdışında ki özel yemekler yerine tavuk gurmesi oldum 🙂 Veee en son fındıktan yapılan bal ile servis edilen çok güzel bir tatlı yedim. Bulgaristan’ da fındık üretimi olduğu için bu tatlı Bulgaristan’da meşhur tatlıymış. Tatlıyı yerken bizim ülkemizde bu kadar fındık üretilirken böyle bir tatlı yapılması gerektiğini düşündüm.
Daha sonra Belgrad’a vardığımızda ilk kez hostel deneyimi yaşadım. Daha önce hostellere yaklaşımım bekar eviydi 🙂 Fakat otelleri aratmayacak rahatlıkta hostelde konakladık. Belgrad’ın en güzel yanı haftanın hergünü çeşitli turların olmasıydı. Ücretsiz olarak walking turlara katılarak şehirin turistik yerlerini rehber eşliğinde gezebilirsiniz. Onun dışında ben yeraltı turuna katılarak tarih boyunca yapılmış tünel ve müzeleri gezdik ve en son bitişte bir mağara içerisinde birşeyler içtik.Bu turun fiyatı içecek dahil 7 euroydu.
Daha sonra Kanuni Belgrad’ı fethettiğinde aldığı diğer bir yer olan Zemun bölgesine gittik ve tepeye çıkarak şehri seyrettik.Orada görülecek manzara dışında pek bir şey yoktu.
Akşam yemeğini yemek üzere Sava Nehrinin kenarında ki bir restorana oturduk ve sadece meze yedim. Mezeleri ve sunumlar bir harikaydı. Cacık ağırlıklı kullanılıyordu mezelerde. Onun dışında peynir tabağında ki peynirler çok lezzetliydi.
Ertesi sabah Boşnak böreğini Sırbistan’da yemek istedim ve pişman olmadım. Fakat Boşnak böreğinin yanında içecek olarak yoğurt içiyorlar. Bildiğimiz ayran şişesinde yoğurdu çok az sulandırılmış bir şekilde yoğurt geliyor ve içmek çok zorluyor. Tabi ben durur muyum hemen bir bardak su istedim ve ayran yaptım 🙂
Börek yedikten sonra Edison’un gölgesinde kalmış Tesla’nın başarılı deneylerini görmek için Tesla müzesine gittik. Belgrad’a gitmişken oraya gidilir güzel çalışmaları sergileniyor iyi bir rehber eşliğinde.
Belgrad’a tren ile 1 saat uzaklıkta ki Novi Sad’a gittik. Oradan Saraybosna’ya istediğimiz saatte otobüs bulamadığımız için tekrar Belgrad’a gitmemiz gerekiyordu bundan dolayı Novi Sad’da sadece 2 saat zaman geçirebildik. Daha önce orayı gezmiş olan İgnacio bizi şehir merkezi ve nehir kenarını gezdirdi. Şehir merkezi hareketli ve yapılar Avusturya mimarisiydi. Orada 1 gün zaman geçirmeyi istedim. Görülebilecek yerler olduğunu düşündüren çok düzenli yapılış binalar, yollar ve parklar vardı.
SARAYBOSNA
Saraybosna’ya sabah erken saatlerde geldik ve saat 11’de ki walking turu bekleyene kadar meydanı dolaştık. Osmanlı ve Avusturya yapılarını çok yakın bir bölge içerisinde görebilirsiniz ve tabi ki savaş sırasında mermilere hedef olmuş binaları.
Kesinlikle oraya giderseniz walking tura katılmalısınız. Bosnalı bir genç ağzı kuruyana kadar ki 3-4 kez kurudu, merkezde bulunan yapıları tarihiyle birlikte anlattı. 3 saate yakın süren turda Saraybosna’ya dair çoğu şeyi öğrendik. Turdan sonra Boşnak böreğini bu sefer Saraybosna’da yemek istedik. Orada yaşayan arkadaşım Merve’yi dinlemeyerek meşhur olan yere gittim ve pişman oldum. Çok kalabalık olan yer seri üretim mantığı ile çok otantik yapamıyordu ve börek bana göre hamur olarak geldi. Daha sonra Merve ile Alija İzzetbegoviç’in mezarına gittik ve oradan biraz daha yukarı çıkarak tüm Saraybosna’yı yukarıdan izledik.
Oraya gitmişken yenmesi gereken diğer bir yemek ise ‘çevap’. İsmini duyduğumda kebaba benzer bir şey geleceğini sandım fakat İnegöl köfte geldi. İsteğe göre kaymak ile servis edilen çevap lezzetliydi. Galatasaraylı eski futbolcu Tarık Hodziç’in çevap dükkanı yerine daha eski bir yeri tercih ettik.
Çok sayıda Türk kafilesi Osmanlı miraslarını ziyarete gelmişti. Özellikle Gazi Hüsrev Bey camii ve medresesi çok sayıda Türk turisti ağırlıyor.
Onun yanısıra belki de hostel mantığının ilk çıkış noktası olan kervansaray örneğini görmek beni çok mutlu etti. Hep tarih kitaplarında okuyordum fakat hiç böyle hayal etmiyordum. Tabi ki bu güzellikler dışında savaş sırasında bombalanmış ve mermilenmiş binaları görmek insanın tüylerini diken diken ediyor. Markale Pazar katliamının yaşandığı pazarı gezdiren rehber bize o günleri anlattı. O pazarın olduğu alan yine Pazar olarak kullanılıyor fakat ölenlerin isimlerinin yer aldığı bir platform ve anıt yapılmış.
Osmanlı’dan sonra Avusturya imparatorluğuna geçen Saraybosna’da Viyana ve Prag’ı hatırlatan mimari ve yolları görmek mümkün. Baktıkça doyamayacağınız yapılar sizi etkiliyor fakat Osmanlı döneminde yapılan ve Başçarşı diye anılan bölgede ki sıcaklığı bulamıyorsunuz. Osmanlı mimarisi dostluğa ve komşuluğa olanak sağlarken Avusturya yapıları daha çok göze hitap eden ve soğuk binalar olarak duruyor.
MOSTAR
Mostar’a akşam üzeri gittiğimizde hava kararmadan dışarı çıkıp etrafı görmeye çalıştık fakat turistik bölgede dükkanlar kapatmaya başlamıştı ve yalın hali ile tarihi yapıları görme fırsatı yakaladık. Daha sonra milli tabak adı verilen bir tabakta yöresel yemekler geldi ve tahmin edin içinde ne vardı ? Biber,lahana ve soğan dolması, kavurma, köfte, pilav ve yoğurt 🙂 Yemekten sonra tarihi köprü manzaralı bir cafede birşeyler içtik. Ertesi gün erkenden şehri keşfe çıktık fakat eski şehir denilen yer dışında fazla biryer yoktu ve 3-4 saatte heryer bitti. Eski bir camiinin minaresine çıkarak eski şehri tepeden görme fırsatı yakaladık tabi ki 4 euro verdikten sonra. Yapılar ve köprünün ihtişamı ben buraya neden geldim ki diye insanı pişman olmaktan kurtarıyor. Saraybosna’ya gelmişken 2-3 saat otobüs yolculuğu ile buraya gelmemek ayıp olur.
DUBROVNİK
Dubrovnik pahalı bir bölge olduğu için eski şehire 30 dakikalık mesafede ucuz bir hostel bulabildik. Fakat hostelden eski şehire yürürken gerek denizin açık mavi rengine gerek yapıların ihtişamına bakarken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Eski şehirin önüne geldiğimde İDEMM’i hatırladım. Şehir içi yine her zamanki gibi hareketliydi ve cruise gemilerinin kalabalığı kendini belli ediyordu. Paskalya tatilinden dolayı herkes kendini sıcak bölgelere atmıştı ve Dubronvik’te insanlar denize giriyordu.
Neredeyse şehir içinde ki binalar ve sokaklar aynı hiza ile yapılmıştı resmen bir labirent gibi. Bütün sokaklar birbirine benzese de her sokaktan geçmenizi cezbedecek değişiklikte renkler ve süslemeler vardı. Biraz yüksek bir yere çıkıp binalara yukardan baktığınızda çatı renklerinin farklılığı gözünüze çarpıyor. Bunun nedeni savaş sonrası zarar görenlerin yenilenip zarar görmeyenlere dokunulmamasıdır. 2 euro verilerek dolaşılan eski eczane müzesi değişik aletleri görmenize neden olabiliyor.
Asıl sorun 15 euro verip bütün şehri tepeden gören kale duvarlarına çıkıp çıkmaya karar vermek. Eğer öğrenciyseniz 6 euro ile kurtarabilirsiniz. Ama çıktığınızda verdiğiniz parayı kesinlikle unutuyorsunuz ve kaleyi gezmek aşağı yukarı 1 saatinizi alıyor hele ki fotoğraf çekmeye de meraklı iseniz daha çok zamanınızı harcayabilirsiniz.
Onun dışında ne kadar meşhur olmasa da yazlık bölge olmasından kaynaklanan dondurma dükkanlarının çokluğuna kapılarak aldığınız dondurmayı iskelede oturarak yemek ve arkadaşlarınızla sohbet ederken denizi ve karşınızda ki yapıları izlemek keyifli. Heeee Dubrovnik pahalı demişken gittiğimiz ilk akşam küçücük somona 17 euro verip diğer iki gün peynir ekmek yemek gerçek seyyahın belirtileri olabilir 🙂
KOTOR
Dubrovnik sonrası Kotor’a vardığınızda ben hala Dubrovnikte miyim demenize neden olacak şehirdir. Kale içerisine kurulan benzer tipte yapılar Dubrovnik’i hatırlatsa da sokaklar arasında ki çarpıklığın nedenini anlamadım.
Eski şehir içi 30 dakika da gezilebilecek küçüklükte ve Dubrovnik’e gelen cruise gemileri öğlen saatinde Dubrovnik’e uğrayarak şehrin kalabalıklaşmasını sağlıyor ve akşam tekrar sessizliğe gömülüyor. Çok kısa süre içerisinde Kotor’u bitirdikten sonra otobüs ile 15 dakikalık mesafedeki ‘Perast’ köyüne gittik ve oradan bot ile adaya geçtik. Ada da 19.yy da yapılmış bir kilise ve kilisenin bir bölümünde 1 euro karşılığında girilebilen müze vardı. Oraya gittiğiniz için pişman olmayacak manzara görebilirsiniz.
Perast dönüşü Kotor kalesine çıkmak için hazırlıklarımı yaptım ve marketten kola, su, bisküvi ve çikolata aldım. Bulutlu havalarda ucu görülmesi zorlaşan kaleye çıkmak için her şeyimi hazırladım ve 3 euro verdikten sonra eski merdivenlerde adım atmaya başladım. Aradan geçen 25 dakika da ben hala yolun yarısındaydım. O kadar yüksekliğe yapılmış ve insanlar eskiden ne kadar ibadetliymiş dedirtecek eski bir kilisenin önünde soluklanıp manzarayı izledim.
Sakın o merdivenleri bir kere de çıkmayı denemeyin hele ki öğlen saatlerinde çıkıyorsanız. Sık sık dinlenerek çıkmaya bakın. Aradan geçen 10 dakikadan sonra biraz daha yüksek bir bölgede dinlenip manzarayı izledim. Daha sonra tepeye vardığınızda ben bunun için mi çıktım diyeceğiniz yıkık dökük ve odalar halinde olan kale görüyorsunuz. Fakat merdivenler bittikten sonra arkanızı döndüğünüzde Kotor’u ve tüm dağları gören manzaraya baktığınızda bütün yorgunluğunuzu falan unutmuyorsunuz valla kendime gelmek için 10 dakika dinlendim ve çıkınlarımı serdim ve yemeye başladım manzarayı izleyerek. Orada karşılaştığım yunan grup ile yunanca konuşmaya çalışmak paha biçilemezdi. Bütün bildiğim kelimeleri söyledim ve 5 saniye sonra konuşma bitmişti : ) Yarım saatlik seyirden sonra inme vakti gelmişti. İnerken yukarı çıkanları hadi son iki dakika diye motive ediyordum.
TİRAN
Belgrad’da başlayan yağmur Tiran’a kadar hiçbir şehirde bizi yalnız bırakmamıştı ama hiç Tiranda ki kadar ıslanmamıştık. Yağmurun altında uzun yürüyüşten sonra yolu kaybettiğimizi anlayıp taksiye binerek hostele vardık. Yağmurun dinmesini bekledik ve dinmedi. Tiranı göremeden gideceğiz derken akşam yağmur biraz hafifleyince kendimizi dışarı attık. Tiran’ın ucuzluğundan biraz da olsa faydalanmak için en lüks otele gittik ve en kral yemekleri çok çok çok ucuz fiyatlara yedik. Oradan çıkıp canlı müzik yapan bir kafede çok çok çok ucuz bir şekilde tatlı yedik. Tiran gezimiz de Dubrovnik’in acısını çıkarttık. Ertesi sabah kürkçü dükkanı için yola çıktık ve Yunanistan sınırında 4 saat bekleyerek toplam 14 saatte Selanik’e vardık.
PÜFLER
Gideceğiniz ülkeye gitmeden önce hostel rezervasyonu yaptırın.
Gideceğiniz ülkenin walking turunun tarih ve saatlerini kontrol edin.
Gideceğiniz ülke hakkında bilgileri okuyun.
Transfer şirketleri bazen otobüslerden daha ucuz ve rahat olabiliyor.
Çok fazla kıyafet götürmeyin.Çoğu hostelde havlu var.
HESAP TABLOSU